11 Nisan 2008 Cuma

Yağlı kispetler ve uçuşan pelerinler

Yeşim ÇOBANKENT

Ünlü İspanyol fotoğraf sanatçısı Isabel Munoz İspanya'nın boğa güreşçilerini ve Kırkpınar'ın pehlivanlarını aynı sergide buluşturuyor. Munoz'un siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan ‘‘Karşılaşma Anı’’ adlı sergisi 20 Ekim'e kadar Sıraselviler'deki Bilgi Atölye 111'de görülebilir.

İstanbul'a daha önce defalarca gelen Isabel Munoz bu şehri o kadar çok seviyor ki, balayını bile burada geçirmiş. Evlendikten sonra üniversitede matematik ve fotoğraf okuyan Munoz fotoğrafı seçtiği için çok mutlu. Fotoğrafı bir tutku olarak yaşayan Munoz yaşamak için tutkunun çok gerekli olduğuna inanıyor.

Munoz'la sergi hakkında konuşmadan önce bizi kullandığı özel fotoğraf tekniği hakkında bilgilendiriyor. Sanatçı, çektiği bütün fotoğraflarda yaratıcılığı teşvik eden bir teknik olarak tanımladığı ‘‘platinum baskı tekniği’’ni kullanıyor. Yüzyıl başında çok kullanılan bu fotoğraf tekniği biraz daha pahalı olduğu ve sonuç alınması uzun sürdüğü için artık pek kullanılmıyor. Kendi fotoğraflarını ‘‘kontak baskı’’ yöntemiyle kendisi basan Munoz platinum tekniğinin sepya rengiyle gizemli bir hava yarattığını ve özel dokusu sayesinde fotoğraflarının ‘‘dokunulabilir’’ bir hale geldiğini söylüyor.

Dokunma duygusunu çok önemseyen sanatçının fotoğraflarının genel teması insan bedeni. Sanatçıyı pehlivanlara ve matadorlara götüren yol da dans tutkusundan geçiyor. İslam Mimarisi ile birlikte ele aldığı ‘‘Göbek Dansçıları’’ ve ‘‘Flamenko ve Dans’’ konulu sergilere imza atan Munoz, dünyanın en güzel üniversitelerinden biri olarak nitelediği Mimar Sinan Üniversite'nin Osman Hamdi Salonu'nda 1995 yılında dans konulu bir fotoğraf sergisi açmış.

Akdeniz kültürü

Kadere ve şansa çok inanan sanatçının yağlı güreşle tanışması bu sergi sayesinde olmuş. Bu sergi sırasında Iberia Havayolları'nın eski yöneticisi Antonio Medina ona gerçekten ilgisini çekeceğine inandığı bir konudan söz etmiş. Bu konu kolayca tahmin edebileceğiniz gibi yağlı güreş!

Yağlı güreş Munoz'u çok meraklandırmış ve Edirne'ye Kırkpınar güreşlerini izlemeye gitmiş. Yağlı güreş sırasında er meydanında olup biten her şey, özellikle de ritüeller sanatçıyı çok etkilemiş. Bedenlerin kendine özgü farklı bir dil konuştuğunu söyleyen Munoz, bu dili keşfetmek için fotoğrafı kullanmış. O yılın başpehlivanı Ahmet Taşçı'yla tanıştıktan sonra yağlı güreşleri çekme fikri onu iyiden iyiye heyecanlandırmış. Başta uyuşturucu kullandığı ve doping yaptığı gerekçesiyle altın kemeri elinden alınan Ahmet Taşçı olmak üzere pehlivanları güreşirken görüntüleyen Munoz, gözün algılayamayacağı enstantaneler çekmiş.

Yağlı güreş fotoğraflarına koşut olarak kendi ülkesinin boğa güreşini (corrida) fotoğraflayan Munoz boğa güreşiyle yağlı güreş arasında inanılmaz benzerlikler bulmuş ve derin bir bağ kurmuş. Türklerin ve İspanyolların Akdeniz kültürünün etkisi altında bulunan iki ülke olduğunu söyleyen Munoz, ‘‘Aynı duygular, aynı kültür, aynı davranış biçimleri, hatta aynı fiziksel özelliklere sahibiz,’’ diyor.

Maço ama şövalyece

Sanatçı ülkelerin kimlik işaretleri olarak algıladığı yağlı güreş ve boğa güreşinin aynı törensel havaya sahip olduğuna inanıyor ve bu havayı fotoğraflarında görmek de mümkün. Isabel Munoz buna ek olarak boğa göreşinde kendinden daha güçlü bir boğayı yenmek isteyen matadorun boğayı zekasıyla alt ettiğini, güreşteyse tarafların daha eşit bir durumda olduğunu söylüyor.

Yağlı güreşin hayalgücünü ateşleyen bir tarafı olduğuna inanan Munoz'a bir kadın olarak bu kadar testosteron fışkıran alanlarda neler hissettiğini soruyoruz. Hem boğa güreşinin hem de yağlı güreşin son derece maço olduğunu kabul eden sanatçı, ‘‘Zaten maşist bir dünyada yaşıyoruz, bunu baktığınız her yerde görebilirsiniz,’’ diyor. İspanya'da kadın boğa güreşçilerinin bulunduğunu söyleyen Munoz, kadın boğa güreşçilerinin ne kadar iyi olurlarsa olsunlar fiziksel olarak bir boğayı öldürecek güçte olmadıklarını anlatıyor.

Ayrıca boğa güreşinin de yağlı güreşin de maçoluğunun biraz şövalyeliği andıran bir soyluluğu olduğuna inanıyor ve ekliyor: ‘‘ Arenada ve güreş meydanında sadece erkeklik yok. Orada sanatı, gururu, gelenekleri ve hatta modayı görebilirsiniz.’’

İlgi alanları geniş ve değişik kültürlere meraklı bir sanatçı olan Munoz fotoğraf çekerken insanlarla birebir ilişki kurmayı çok seviyor ve fotoğraflarını çektiği insanların hislerini yansıtmaya çok önem veriyor. Gelecek projesinde model olarak İspanyol atletleri kullanmayı planlayan Munoz'un bir diğer projesi de Çin'de yaşayan Tibetli Shaolin rahiplerinin fotoğraflarını çekmek.

Isabel Munoz kimdir?

1951'de Barselona'da doğan Isabel Munoz 1970'ten beri Madrid'de yaşıyor ve çalışmalarını burada sürdürüyor. 1984-1987 yılları arasında ABD'de değişik fotoğraf teknikleri üzerine eğitim alan ve Boston'da Robert J. Steinberg'in öğrencisi olan Munoz'un çalışmaları 1986 yılından beri başta Tokyo, New York, İspanya ve İtalya'nın çeşitli şehirleri olmak üzere dünyanın pek çok yerinde bireysel ve toplu sergilerde yer aldı. Çektiği moda fotoğraflarıyla da tanınan Munoz'un en önemli özelliği fotoğraflarında platinum baskı tekniğini kullanması.

Hürriyet 27.09.2000


7 Nisan 2008 Pazartesi

Yalnız, güçlü, çalışkan bir adamın portresi

Uzak ve İklimler filmlerinin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan ile diş hekimi ablası Emine Ceylan, 86 yaşındaki babaları Mehmet Emin Ceylan’ın doğum günü şerefine bir sergi açtı. 2006-2007 yıllarında çektikleri Mehmet Emin Ceylan fotoğraflarını "Babam için" adıyla İstanbul Teşvikiye’deki Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergiliyorlar.

Kardeşlerin "kahramanımız" dedikleri babaları Mehmet Emin Ceylan’ı, bizler Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba filmindeki "büyükbaba" ve kendisine İskenderiye Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülü kazandıran Mayıs Sıkıntısı’ndaki "Emin" rolleriyle tanıyoruz. Sergi vesilesiyle öğreniyoruz ki, kendisinin gerçek yaşamöyküsü de filmlere taş çıkartacak gibi.

Yoksulluk içinde köyde başlayan hayatı, sonsuz bir fedakarlık ve çalışmaya gücüyle üniversiteye, mesleki gelişim için Amerika’ya kadar ulaşıyor. Mesleği ziraat mühendisliğine aşık, kendi kendine yabancı dil öğrenen, kendisini çok sevdiği doğaya, özellikle de ağaçlara adayan bir adam. Mehmet Emin Ceylan, röportaj taleplerine pek sıcak bakmıyor, hatta kızının sorularını yanıtlamaya bile yeltenmeyip "Benim hayatımda ilginç bir şey yok, ben kabuğumda yaşamak isterim" diyor. İşte bu yüzden Emine Ceylan, serginin daha anlaşılır ve hatırlanır olması için, kataloğuna babasının tüm hayatını anlatan "Babam İçin" adlı bir yazı hazırlamış. Biz de bu yazıyı o notlardan derledik.

1922 yılında doğdu. Aylardan Nisan’dı. Çanakkale Yenice Çakıroba köyünde. Babası 1. Dünya Savaşı’nda uzun yıllar savaşmış, öldüğü sanılmış, yıllar sonra çıkagelmiş Koca Nuri, annesi gene 1. Dünya Savaşı’nda genç kocasını kaybetmiş Keleşlerden Fatma. Üç oğlan kardeşin en büyüğü. Sadece o okumuş, biri doğduğu köyde, diğeri büyük kentlerin karmaşasında yitip gitmeyi seçmiş. Yoksulluğun eğittiği, durmaksızın tek başına ilerlemeye karar veren, dini şartlanmaları, hurafeleri reddeden... Yalnızlıkta en uç noktaları deneyen ve kendini hasreden... Girdiği yolun mutlaka sonuna kadar gitmeye kararlı olan. Çile çekmekten korkmayan, henüz sevdiği şeyleri yitirmemiş gencecik Mehmet Emin Ceylan...

57 MODEL CHEVROLET İÇİN BEŞ YIL HUKUK SAVAŞI

Lise sonrası Ziraat Fakültesi’ne girmek istiyordu. İstanbul’a gelip sadece onun sınavına girdi, Ankara Ziraat Fakültesi’nde okumaya başladı. Sırtı ilk paltoyu o yıllarda gördü. Devletin fakir öğrencilere yaptığı yardımdan ona da bir siyah palto düşmüştü.

1952’de evlendi. Nevruzlu Fatma Bodur ile. 1954’de devletin açtığı İngilizce sınavını kazanarak Amerika’ya gitti. Geride genç karısı ve henüz doğmamış bebeğini bırakarak. Oranın gelişmişlik düzeyi ve özgürlük ortamı onu çok etkilemişti. Devletin verdiği harcırahı biriktirerek 1957 model bir Chevrolet ve bazı ev eşyaları aldı. Amerika’yı dolaşarak ziraat konusundaki gelişmeleri yerinde öğrendi. Türkiye’yi anlatan konferanslar verdi.

Dönerken arabayı getirdi getirmesine de gümrükten geçiremedi. Ve tam tamına beş sene uğraştı, tek başına tam bir hukuk savaşı başlattı, arabayı çıkarmak için. Bütün kanunları ezberledi, büyük bir güçle savaştı, sonunda arabayı http://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=5312233alabildi. Ardından devlete açtığı tazminat davasını da kazandı, 10 bin lira aldı. O araba hálá garajda duruyor, ne satmayı, ne vermeyi düşünebilir. 1959 Ocak’ının 26’sında bir oğlu olur. Adını tarihten koymak ister. Gültekin, Bilge ve Kağan gibi isimlerden Bilge’yi seçer. Dedemin adıyla beraber Nuri Bilge oluverir oğlunun adı...

...1962 yılında Yenice’ye göçtük. Orada geçirdiği uzun yıllar boyunca hayalkırıklıkları da yaşadı, mutluluk da. Yapısının da uygun olmasından belki, toplumla pek fazla uyum içinde olmadı, iyice yalnızlığına çekildi. Babasından kalan arazide tarım yaptı, Fransızca öğretmenliği, ziraat mühendisliği vs...

...Bizim eğitimimiz için İstanbul’a geliyoruz annem ve biz iki kardeş 70’lerin başında. Babamsa tayinini yaptıramadığından orada kalıyor. Uzun yıllar... Yalnız, tabiatın içinde bir hayat kuruyor kendine. Yenice’deki evden her gün bisikletiyle tarlaya gidiyor. Artık hiçbir şey yetiştirmiyor, ayrık otlarıyla kaplı bu yabanıl halini de çok seviyor. Gündelik işlerle uğraşıyor, kimi kez yeni bir su yolu açıyor çapasıyla, odun kesiyor, binbir çeşit iş üretiyor kendine... Geceleri, her dilden kitap arasında, dünyanın değişen düzeninden, modalardan, çoğu insanın işte hayat bu dediği her şeyden uzakta ve hiç ilgilenmeksizin uyuyakalıyor...

EN İYİ ERKEK OYUNCU ÖDÜLÜNÜ ALDI

Yıllar sonra sinemaya meyleden Bilge, annemle babamı oynattığı kısa filmi "Koza" ve çocukluğumuzu anlattığı "Kasaba"nın ardından, odağına babamı yerleştirdiği "Mayıs Sıkıntısı"nı çekiyor. Babam için bambaşka bir deneyim oluyor bu. Kendi hayatından alıntılar olan bu filmde oynamak pek zorlamıyor onu. Bilge’nin bu filmle ölümsüz kıldığı babam, artık sadece bizim babamız değil "Mayıs Sıkıntısı"nın, "Kasaba"ın eşsiz oyuncusu aynı zamanda. Brezilya’dan bir hayrandan gelen mektubu özenle saklıyor, filmle ilgili yazıları da. Bütün ödüller onların evinde büfenin üstüne dizilmiş. Oğluyla gurur duyuyor, kendiyle de. İskenderiye Film Festivali’nde "en iyi erkek oyuncu" ödülünü alıyor.

BU SERGİYİ NEDEN GERÇEKLEŞTİRDİK?

İnsanlardan ona vereceklerinden de azını isteyen, Pavese’nin "Kahramanlığın tek kuralı yalnız, yalnız, yalnız olmaktır" sözünü düşündürtürcesine yalnız bir hayat süren bizim kahramanımızı birazcık anlatabilmek için. Göze aldığı hayatın zorluklarına insanüstü bir çabayla katlanabildiği için. Günümüzde neredeyse hiç rastlanmayan bir şekilde herşeyi yoktan var ettiği için. Ve yürüdüğü yoldan asla ve asla vazgeçmeden sonuna kadar gittiği için. Kabul görmeye, alkışlanmaya ihtiyaç duymayacak kadar güçlü olduğu için. En önemlisi tutkularını yaşayacak azmi ve iradeyi, karşılığını olmadığını bildiği bu toplumda yaşamayı göze aldığı için. Amerika’dan binbir zorlukla getirdiği o minicik fotoğraf makinesini kurcalarken fotoğrafa merak saran Bilge’nin, sonra bana da bulaşan fotoğraf sevdamızın ve katettiğimiz yolların kaynağında onun ışık saçan varlığının olduğundan emin olduğumuz için.

Ve de aylardan gene Nisan. O tam 86 yaşında. Birlikte olacağımız günlerin sayısının hızla azaldığını hissettiğimiz için...

Hürriyet Cumartesi 5 Nisan 2008

3 Mart 2008 Pazartesi

Ankara'yı fotoğraflardan okumak

Doğan HIZLAN

Ankara fotoğraflarından oluşan olağanüstü etkileyici, bilgilendirici bir albüm tanıtacağım bu hafta.

Atila Cangır'ın hazırladığı üç ciltik Cumhuriyetin Başkenti adlı albüm, toplam 1428 sayfa.

Albümün başında Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras'ın albümü sunan bir yazısı bulunuyor.

Yıllardır biriktirdiği Ankara Karpostal'larını vererek bu albümün yayınlanmasını sağlayan Uğurlu Tunalı'nın yazısından bir bölümü okuyalım: "Ben doğma büyüme Ankaralıyım. Hamamönünde Hacı Musa Mahallesi'nde, 30 Mart 1924 tarihinde doğmuşum. İlk, orta, lise ve üniversite hayatım Ankara'da geçti. Aile şirketimiz Kavaklıdere Şarapları'nda hayata atıldım. Yuva kurmam, evlatlarımı kucaklamam hep o sevdiğim şehirde oldu. Ailem, arkadaşlarım ve dostlarımla en mutlu yıllarımı hep orada yaşadım.

Büyük Millet Meclisi'ne yakın oturmamız dolayısıyla Atamı sık sık görmek, sesini duymak, hatta selamlaşmak ayrıcalığını tattım.

İnşaat işçisinin bile olmadığı o zamanlarda, dışarıdan gelen kalfa ve işçilerle betonarme binalara geçiş ve elektriğin gelişi...

Kağnıdan gayri nakil vasıtası olmayan bir şehirde ilk kaptıkaçtıların, sonra da otobüslerin çalışmaya başlaması...

Ulus'tan başlayıp Yenişehir, Kavaklıdere, Çankaya, Dikmen, Keçiören'e ve Cebeci'ye doğru genişleyen bir yerleşim... Bahçelievler'de ilk kooperatif evleri ve onu takip eden diğerleri...

Sergievi, Halkevi, Etnografya Müzesi, Büyük Millet Meclisi Binaları, oteller, okullar ve Gençlik Parkı ile çehresi günbegün değişen Ankara'da ben bu aşamaları yaşadım. (...) Yıllardır özenle biriktirdiğim 'Ankara Kartpostalları'mı, feyz aldığım Üniversite'min kültür hizmetlerine sunmaktan büyük mutluluk duyuyorum..."

Cumhuriyetin Başkenti
albümünü hazırlayan Atila Cangır da kitabın bilhassa kendi açısından niteliğini anlatıyor: "Cumhuriyet Başkenti albümü Uğurlu Tunalı'nın kartpostal ve fotokart koleksiyonu aracılığıyla Başkent Ankara'nın Cumhuriyet ile birlikte nasıl kurulduğunu fotoğraflarla göstermeyi hedefleyen bir çalışmadır. Bu albüm, yarım asırdır yaşadığım kentin öncü fotoğrafçılar tarafından nasıl fotoğraflandığını araştırabileceğim büyüklükte bir koleksiyon ile çalışmanın heyecanını yaşatırken, çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği bir kenti yeniden keşfetmemi sağladı."

Ankara Üniversitesi Rektörü, Prof. Dr. Nusret Aras, kitaptaki sunu yazısında, hem Uğurlu Tunalı'nın koleksiyonunun özelliklerini, hem içeriğini anlatırken, kitabın genel niteliğini çerçeve içine alıyor: "Ankara Üniversitesi olarak Sayın Uğurlu Tunalı'nın 'Ankara Kartpostalları Koleksiyonu'nu Cumhuriyetin Başkenti adıyla albümler halinde sunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Bu koleksiyon Cumhuriyet'le yaşıt olan ve onunla büyüyen bir Ankaralı'nın uzun yıllar topladığı ve yaşamını onunla bütünleştirerek oluşturduğu dünyadaki en büyük Ankara Kartpostalları koleksiyonudur. (...)

Cumhuriyetin Başkenti albümleri 'Cumhuriyet Öncesi Ankara' ve 'Cumhuriyet Ankarası'nı değişik yönleriyle tanımamıza, Başkentin kuruluş ve gelişmesini izlememize olanak sağlıyor. Albümlerde yer alan yaklaşık 2600 fotoğraf, Ankara'nın değişimini, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarılarından başlayarak yakın günlere kadar sergiliyor.

Fotoğraflarda Ankara'nın tarihi yapılarını, eski semtlerini, çarşılarını, pazarlarını, eğlence yerlerini, mesire yerlerini ve günlük yaşamını bütün renkleriyle görebiliyoruz. Ayrıca Cumhuriyet ile birlikte Ankara'da yapılan kamu yapılarını, Cumhuriyet'in topluma kazandırdığı yeni yaşam biçiminin getirdiği ve onun bir parçası olan parkları ve bahçeleri, Atatürk Orman Çiftliği'ni, Barajı, Gençlik Parkı'nı, Stadyum ve Hipodrom tesisleri gibi Cumhuriyet'in kurucularının ve kurucu kuşaklarının inanılmaz çabaları ve alın terleriyle ortaya koydukları büyük birikimi adım adım yaşıyoruz."

Albümün birinci cildi; Steroskopik-Daguerretype Karpostallar ile başlıyor, onu 1900'lü yıllara ait karpostallar izliyor. Editör Moughamian Freres.

Başarılı editörlükten söz edeyim.

Her kartpostalın üst yazısında tarih ve yer belirtiliyor, yanında da kartpostal hakkında açıklama.

Tutsak İngiliz askerlerinden başlayıp ayrı ayrı editörlerin yapıtları, sayfa başında belirtiliyor.

Böyle kapsamlı albümlerin önemini birkaç açıdan değerlendirmek gerekiyor.

Cumhuriyet Türkiyesi'nin başkenti Ankara'nın kuruluşunu bu albümden görebiliyorsunuz.

Semt semt, mimarisinden şehirciliğine kadar bize fikir veriyor, Ankara'yı öğretiyor. Bozkırdan böyle bir şehri yaratmak ancak mucize kelimesiyle anlatılabilir. Cumhuriyetin yaptıklarının, öğretim yaşamından operasına kadar modernleşmenin bütün tarihini kartpostallardan okuyabiliyoruz.

Bir kentin yükselişi, gelişimi satırlarla anlatılmaz, ancak görsel malzeme bu karşılaştırmayı yapmaya olanak tanır. Nereden nereye sorusunun yanıtını ancak bu karşılaştırma sonucunda verebiliriz.

Cumhuriyetin Başkenti'nin üçüncü cildi, Ankara'yı semt semt kartpostallardan tanıtmaktadır.

Üçüncü cildin en önemli, benim için ilgi çekici bölümü; Törenler-Kutlamalar başlığını taşıyor.

Cumhuriyet bayramları, Atatürk'ün cenaze töreni...

Cumhuriyet bayramı ile ilgili kartpostallardan zafer takları üzerinde şöyle yazılar var.

Bankalar Caddesi Tekel Başmüdürlüğü Cumhuriyet Bayramı.

Tak üzerinde, 'Büyük Gazi'ye Tazimat-Türkiye Ziraat Bankası' yazmaktadır. (Eski yazıyla, tarih 1927)

2553 fotoğrafın yer aldığı, üç ciltlik Cumhuriyetin Başkenti albümünün sonunda Mahalle/Semt, Meydanlar, Parklar, Kişiler, Binalar dizini yer almakta.

Kütüphanemizin temel kitaplarından olacak bir albüm. Belki de şimdiye kadar gördüğüm, bir şehir monografisi olarak, bilhassa görsel açıdan en başarılı çalışma bu kitap. Zira kartpostallardan bir şehrin bütün kronolojisini tespit edebiliyorsunuz.


Hürriyet 9 Şubat 2008

Koudelka'nın fotoğrafları

Doğan HIZLAN

ÜZERİNDEN kaç yıl geçti anımsamıyorum.

Ara Güler, Josef Koudelka'yı Hürriyet'e getirmişti. Hürriyet'in fotoğraf laboratuvarlarını gezdirmiştim, fotoğrafçı arkadaşlarımla tanıştırmıştım.

Sade giyimi, alçakgönüllü duruşu, gerçek anlamda "iyi sanatçılar"a özgü afur tafursuz hali beni çok etkilemişti.

Hele seçtiği tema çok önemliydi benim için.

Dünyanın bütün ülkelerini dolaşıyor, Çingeneleri çekiyordu.

Şimdi Josef Koudelka Retrospektif'i Pera Müzesi'nde.

Suna, İnan ve İpek Kıraç imzalı Sunuş'ta, müzede açılan serginin önemini vurguluyorlar: "Bugün, Pera Müzesi'nde fotoğraf sanatının en önemli ve sıradışı isimlerinden birini, Josef Koudelka'yı ağırlıyoruz.

Sanatçının kendi seçtiği yapıtlarıyla oluşturduğu bu retrospektifle yalnızca Pera Müzesi değil, İstanbul hatta Türkiye ilk kez Koudelka'nın bu kapsamda bir sergisine ev sahipliği yapma şansını elde ediyor.

Bu sergiyi Ağustos 2007'de aramızdan ayrılan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat Danışmanı Samih Rifat'ın anısına adıyor ve kendisini sevgiyle anıyoruz."

NEDEN ÇİNGENELER

KATALOGDA
yer alan, "Beni Hep 'En Fazlası' İlgilendirdi" başlıklı konuşmada, Çingeneleri çekmeye başlamasının nedenlerini anlatıyor.

"Bilmiyorum. Büyüdüğüm köyde hiç Çingene yoktu. Belki de müzik yüzündendi. Prag'a okumaya gittiğimde bir toplulukta keman ve tulum çalıyordum. O zamanlar karşılaştığım Çingene müzisyenler, gördüğüm en iyi müzisyenlerdendiler."

Sergide özellikle Çingenelerin önünde uzun uzun durun.

Yüz ifadelerinden çıkan hüzün, neşeye veya her ikisi birden diye özetleyebileceğimiz, garip hüzünlü neşeye dikkat edin.

Görsel tarihin insanı nasıl etkilediğini kim inkár edebilir.

İşgal bölümü, 1968 Prag'ını veriyor. İnsanlarıyla tanklarıyla; yeniden o günleri yaşatıyor.

Sürgünler, her zaman hepimizin yüreğini yaralamıştır.

Sürgünün duruşu da başkadır, yüzü de, bedeni de.

Sanki her şey ayrılığın deformasyonuna uğramıştır.

* * *

SERGİYİ gezmeden önce kataloğu okumanızı salık veririm. Koudelka'nın fotoğraflarının görünen yüzünün arkasındakini anlayabilmeniz için.


Hürriyet 15 Şubat 2008

2 Mart 2008 Pazar

Ünlü fotoğrafçı Capa’nın 3500 negatifi bulundu

Tarih: 31 Ocak 2008 Kaynak: NTVMSNBC
Magnum’un kurucusu, ünlü fotoğrafçı Robert Capa’nın kaybolduğuna inanılan 3500 negatifinin içinde bulunduğu bavul, yıllardır süren görüşmelerin ardından Uluslararası Fotoğraf Merkezi’ne teslim edildi.

Fotoğraf uzmanları arasında “Meksika Bavulu” olarak bilinen ünlü Macar fotoğrafçı Robert Capa’nın bavulu bulundu. Bavulda, Capa’nın, İspanya İç Savaşı sırasında çektiği 3 bin 500 fotoğrafın negatifi bulunuyordu.

Capa’nın meslektaşları Gerda Taro ve David Seymour’ın bazı fotoğrafları da yine bu bavulda saklanıyordu.

Capa, 1939’da Amerika’ya giderken bu bavulu Paris’te bırakmıştı ve bavulun Nazi işgalinde kaybolduğunu sanıyordu. Fakat bavul şans eseri Paris’ten Marsilya’ya, oradan da Meksikalı bir general sayesinde Mexico City’ye geldi.

Burada, Benjamin Tarver adında bir film yapımcısının elindeydi. Ancak Capa’nın kardeşi Cornell Capa’nın kurduğu Uluslararası Fotoğraf Merkezi, fotoğrafların Capa’nın varislerine iade edilmesi konusunda Benjamin Tarver’ı yıllar süren görüşmelerden sonra ikna etti ve merkez, geçtiğimiz haftalarda fotoğraflara kavuşup, gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra kamuoyuyla paylaştı.

Söz konusu negatifler arasında İspanya’daki cumhuriyetçi askerler, gündelik hayat ve cephede çekilen sivillerin yanısıra bir çok sanatçının da portreleri var.

Negatifler sayesinde Capa’nın, düşüncesini fotoğrafa yansıtma süreci açığa çıkacak.

Capa’nın “Düşen Asker” adını verdiği ünlü fotoğrafın negatifinin, bavulda olup olmadığı belli değil. Bu ortaya çıktığında, bir askerin vurulma anını gösteren bu fotoğrafın gerçekliği konusunda, yıllardır süren tartışma da son bulacak.


Capa'nın "Düşen Asker" adını verdiği ünlü fotoğrafı.

Yaşamı Bir Mayınla Son Bulmuştu
Asıl adı André Friedman olan Robert Capa 1913 yılında, Yahudi bir terzinin oğlu olarak Budapeşte’de dünyaya geldi. Özellikle İspanya İç Savaşı’nda yaptığı çalışmalar sonuncunda ünlü İngiliz dergisi Picture Post tarafından 1938 yılında dünyanın en ünlü savaş fotoğrafçısı ilan edildi. Aynı savaşta çektiği, bir cumhuriyetçi askerin Cordoba cephesinde vurulduğu anı gösteren “Düşen Asker” adlı fotoğrafı, bir savaş fotoğrafı ikonu haline geldi.

Capa, II. Dünya Savaşı’nın en önemli safhalarından Normandiya Çıkartması’nda da Ohama sahiline, yani en zorlu ve tehlikeli alana çıkarma yapan ilk birlikleri de görüntüledi.

1947 yılında Henri Cartier-Bresson, David Seymour ve George Rodger’la hala dünyanın en önemli fotoğraf ajansları arasında yer alan Magnum’u kurdu.

1954 yılında Fransız işgalindeki Vietnam’ı görüntülerken, bir kara mayınına basarak hayatını kaybetti.

World Press 2007 Photo ödülleri açıklandı

Tarih: 11 Şubat 2008 Kaynak: CNN Türk

World Press Yılın Fotoğrafı - Tim Hetherington

''2007 Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü''nü, İngiliz foto muhabiri Tim Hetherington kazandı.

Amsterdam'da seçici kurul tarafından yapılan açıklamada, foto muhabiri Tim Hetherington'un ödülünü, geçen Eylül ayında Afganistan'da çektiği, sığınakta yorgun düşmüş Amerikan askerini gösteren fotoğrafıyla aldığını bildirdi.

Seçici Kurul Başkanı Gary Knight, foto muhabiri Tim Hetherington'un fotoğrafı Amerikan dergisi "Vanity Fair" için yaptığı söyleşi çerçevesinde çektiğini ve bu fotoğrafa ödülün, "yorgunluğu hem bir insan, hem de bir ulus olarak çok iyi ifade ettiği için" verildiğini söyledi.

İngiliz foto muhabiri basın fotoğrafındaki birinciliğiyle birlikte 10 bin euro da para ödülünün sahibi oldu.


Spor (Öykü) kategorisinde birincilik - Erik Refner

Dünya Basın Fotoğrafı Yarışmasında 10 ayrı dalda 23 ülkeden 59 foto muhabirine daha ödül verildi. Ödül kazanan bu fotoğrafçılar arasında Türkiye'den kimse bulunmuyor.

10 ayrı dalda verilen ödüller arasında, İngiliz foto muhabiri Vanessa Winship tarafından Doğu Anadolu'nun kırsal kesiminde kız okul çocuklarını gösteren bir fotoğraf portre dalında birincilik aldı.

Dünya Basın Fotoğrafı yarışmasında dereceye girenlere ödülleri, 27 Nisanda Amsterdam'da düzenlenecek törenle verilecek.


Sanat ve Eğlence (Öykü) kategorisinde birincilik - Rafal Milach

Ödül kazanan fotoğraflar önce Amsterdam'da 29 nisan - 22 haziran arasında, daha sonra da dünyanın değişik yerlerinde 100 ayrı salonda sergilenecek.

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve bu yıl 51'incisi gerçekleştirilen Dünya Basın Fotoğrafı yarışmasına, 125 ülkeden toplam 5 bin 19 fotoğrafçı, 80 binin üzerinde fotoğraf ile katıldı.

Koudelka’nın fotoğrafları

Tarih: 15 Şubat 2008 Kaynak: Hürriyet Yazan: Doğan Hızlan
Üzerinden kaç yıl geçti anımsamıyorum.

Ara Güler, Josef Koudelka’yı Hürriyet’e getirmişti. Hürriyet’in fotoğraf laboratuvarlarını gezdirmiştim, fotoğrafçı arkadaşlarımla tanıştırmıştım.

Sade giyimi, alçakgönüllü duruşu, gerçek anlamda "iyi sanatçılar"a özgü afur tafursuz hali beni çok etkilemişti.

Hele seçtiği tema çok önemliydi benim için.

Dünyanın bütün ülkelerini dolaşıyor, Çingeneleri çekiyordu.

Şimdi Josef Koudelka Retrospektif’i Pera Müzesi’nde.

Suna, İnan ve İpek Kıraç imzalı Sunuş’ta, müzede açılan serginin önemini vurguluyorlar: "Bugün, Pera Müzesi’nde fotoğraf sanatının en önemli ve sıradışı isimlerinden birini, Josef Koudelka’yı ağırlıyoruz.

Sanatçının kendi seçtiği yapıtlarıyla oluşturduğu bu retrospektifle yalnızca Pera Müzesi değil, İstanbul hatta Türkiye ilk kez Koudelka’nın bu kapsamda bir sergisine ev sahipliği yapma şansını elde ediyor.

Bu sergiyi Ağustos 2007’de aramızdan ayrılan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat Danışmanı Samih Rifat’ın anısına adıyor ve kendisini sevgiyle anıyoruz."

Neden Çingeneler
Katalogda yer alan, "Beni Hep ’En Fazlası’ İlgilendirdi" başlıklı konuşmada, Çingeneleri çekmeye başlamasının nedenlerini anlatıyor.

"Bilmiyorum. Büyüdüğüm köyde hiç Çingene yoktu. Belki de müzik yüzündendi. Prag’a okumaya gittiğimde bir toplulukta keman ve tulum çalıyordum. O zamanlar karşılaştığım Çingene müzisyenler, gördüğüm en iyi müzisyenlerdendiler."

Sergide özellikle Çingenelerin önünde uzun uzun durun.

Yüz ifadelerinden çıkan hüzün, neşeye veya her ikisi birden diye özetleyebileceğimiz, garip hüzünlü neşeye dikkat edin.

Görsel tarihin insanı nasıl etkilediğini kim inkár edebilir.

İşgal bölümü, 1968 Prag’ını veriyor. İnsanlarıyla tanklarıyla; yeniden o günleri yaşatıyor.

Sürgünler, her zaman hepimizin yüreğini yaralamıştır.

Sürgünün duruşu da başkadır, yüzü de, bedeni de.

Sanki her şey ayrılığın deformasyonuna uğramıştır.

Sergiyi gezmeden önce kataloğu okumanızı salık veririm. Koudelka’nın fotoğraflarının görünen yüzünün arkasındakini anlayabilmeniz için.

Zamanı gözleriyle yenebilen adam

Tarih: 18 Şubat 2008 Kaynak: Sabah Yazan: Evrim Altuğ
Josef Koudelka'nın; hayatı 300'ün üzerinde başyapıtla yansıttığı kareleri, bahara kadar Tepebaşı Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde. Koudelka için, bir insanın sahip olabileceği en önemli şey zamanın ta kendisi.

Birçok insan için, 1968 Çekoslovakyası'nın dünyaya açılan gözleri kabul edilen Josef Koudelka'nın 70 yıllık yaşamında, onun 23 yaşında çektiği belki de ilk soyut kareden, Avrupa denen ütopyanın sınırlarını 1990'ların belirsizliği ile zorladığı en gerçeküstü görüntülere uzanan 300'ü aşkın kadrajı, nisan ortasına kadar Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde. Koudelka ile sergisi üzerine görüştük.

- Fotoğraflarınızdaki koreografik nizamı, gençliğinizdeki tiyatro fotoğrafçılığına bağlamak çok mu kestirmecilik olur?
- Bunu yargılamak benim vazifem değil. İnsan, neyin elinden gelen en iyisini yaparsa yapsın, mutlaka geçmişinden aldığı bir etki söz konusu. Bir keresinde, bir bileğimden 10 dakika süren cerrahi bir müdahale yaşadım. Ertesi gün, ameliyatın etkisi öteki elime geçmişti. Böyle şeyler olabilir. Hayatta etkilendiğim her şeyin varlığımla öyle veya böyle mutlaka bir ilişkisi olur. Modadan ne kadar anladığımı bildiğim halde, bunun yerine, Çingenelerin fotoğrafları ardına ve onların moda anlayışlarına takılmayı daha çok tercih ediyorum.



- Sabırlı biri misiniz?
- İşine karşı sabırlı biriyim. Ama iyi iş çıkaramayan ve yaptığı işe sahip çıkmayanlara sabır gösteremem. Onlara da bunu söylerim.

- Görüntünün hızlandığı bir dünyaya nasıl bu kadar başarıyla konsantre olabiliyorsunuz?
- Bence bir insanın sahip olabileceği büyük fırsat, zamanı elinde tutmak. Zamanınızı iyi kullanın derim. Her gün daha az zamanınız var çünkü. Çekoslovakya'da da size, hayatta en değerli şeyin özgürlük olduğunu anlatırlar.

- Niçin ünlü yüzler, yerler veya konuları tercih etmiyorsunuz?
- Benim için bir insanla taş arasında bir fark yok çünkü insan da ölecek ve bir tür taşa dönüşecek.



- Bir çırağınız olmadı mı hiç?
- Her yere tek başıma yolculuk ettim. Kuzey İtalya'da çalışırken bir şoförüm oldu; ama bir çırak değildi. Ben kimseye bir şey öğretme yanlısı değilim... Benim için iyi fotoğraf, insanın aklına işleyen ve kendini unutturmayan fotoğraftır. Bir fotoğrafın ne kadar iyi olduğunun yegâne ölçütü zamanın ta kendisinden başka bir şey de olamaz. Buradan, foto muhabirliğinin öğesi olan fotoğrafların, bir hikâye peşinde olmayan fotoğraflardan niçin daha az etkili olduğu meselesine girmek mümkün. İnsanlar hikâyeli, seçme fotoğraflara bakmaktan sıkılır. Bu tür dergilerin fotoğraf tipleri de bellidir genellikle; detay, manzara, portre resimleri gibi... Ama salt fotoğraf görüşünü düşündüğünüzde, onun tüm bu işler kaidelere direndiğini, inatlaştığını görebilirsiniz. Bu bakımdan benim için iyi resim, birden fazla insana, birden fazla hikâye anlatabilecek kadar çoğalabilenidir, diyebiliriz.

Ülke işgal edilirken, fotoğraf da çekmelisiniz
"Bir kadın bana Prag'da 40 yıl önce 'Biliyor musun, ülkeye Ruslar girdi' dediğinde, ona bunu üç kere tekrarlatmak zorunda kalmıştım. Kadın pencereyi açmıştı. Birden, tepemden uçaklar geçmeye başladı, hiçbir amacım olmadan, sürekli fotoğraf çekmeye başladım. O fotoğrafları çekmek zorundaydım. Bir dergide falan yayımlatmayı bir yana bırakın, benim memleketim işgal ediliyordu! Benim ülkemdi orası! Benim problemimdi ve bununla, fotoğraflarımla başa çıkmaya çalıştım. Olayların, Çek halkından da, benden de devasa olduğunun farkındaydım çünkü. Bir hafta içinde, hepimiz daha farklı davranmaya başlamıştık. Bu yüzden Rusya'nın Çekoslovakya işgali fotoğraflarımın, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana görüntülenen en önemli foto muhabirliği olaylarından biri olduğu yazılıp, çiziliyor. İnsanlar artık o ilk haftanın sonrasını anımsamak istemiyor. Dayak yediklerini anımsıyorlar zira. Bu bakımdan o döneme dair bir kitabın bugün Rusya'da da yayımlanacak oluşu, bir bakıma iyi bir şey. Bu olayın üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen aslında hâlâ o kadar çok bilinmezi var ki. Kitap ABD'de basılırken, Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nden alıntılar da yapılacak ve orada Kundera'dan alıntıyla, şu yazılı olacak: 'Rus İmparatorluğu, Kırım'daki Tatarlara, Litvanya'daki insanlara çok büyük suçlar işlemiştir.... Ama bunların fotoğrafları olmadığı içindir ki kanıtlamaz...' Kundera aynı yazısında şöyle de devam eder; '...aynı durum (biliyorum bunu da dile getirmek Türkiye'de biraz hassas gelecek size ama, alıntılayacağım) Ermeni meselesi için de geçerlidir.' İşte Türkler de, ellerinde yeterli malzeme ve fotoğraf olmadığı için bu olayın gerçekten olup olmadığını da bugün kanıtlayamaz haldedir."

Josef Koudelka, Retrospektifi 13 Nisan'a kadar görülebilir.
Tel: (0212) 334 99 00

Wong ve Germen’e uluslararası ödül

Wong ve Germen’e uluslararası ödül

Tarih: 4 Şubat 2008 Kaynak: Milliyet
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Görsel İletişim ve Görsel Tasarım Programı öğretim üyeleri Alex Wong ve Murat Germen, yaklaşık yüz ülkeden onbinlerce fotoğrafçının katıldığı Uluslararası Fotoğraf Yarışması’nda (IPA) farklı kategorilerde birinci ve ikinci oldular.

Organizasyon, dünyanın en prestijli fotoğraf yarışmalarından biri sayılıyor.

Farklı kategorilerde düzenlenen yarışmada Alex Wong; Profesyonel / Mimarlık / İç Mekanlar kategorisinde “Art Vs Trash - The Destroyer” çalışması ile birincilik; Profesyonel / Doğa / Güneş batışı kategorisinde “Enchanting Breath of Sunset” çalışması ile üçüncülük ve çeşitli profesyonel kategorilerde dört adet mansiyon ödülü kazandı.

Murat Germen ise Profesyonel / Reklam fotoğrafı / Kataloglar kategorisinde, “İstanbul Modern” çalışmasıyla ikincilik , çeşitli profesyonel kategorilerde sekiz adet mansiyon ödülüne layık görüldü.

IPA’da ödül kazanan fotoğraflar, uluslararası profesyonel topluluklara dağıtılan “Yıllık IPA Kitabı”nda yayımlanıyor ve içlerinden bazıları prestijli galerilerde sergileniyor.